KİTAP ÖZETİ ARA (Arama yaparken sadece kitabın ismini yazınız)

16 Haziran 2013 Pazar

YABAN ROMANI ÖZETİ,KONUSU,KİŞİLER,YER VE ZAMAN,ANA DÜŞÜNCESİ...(GENİŞ İNCELEMESİ)


Romanın Adı : YABAN
Yazarı           :  Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Basıldığı kitabevi ve yılı : İletişim Yayınları 1995
Kaçıncı baskı : 25. Baskı
Yazarın kaçıncı romanı : Beşinci romanıdır.
(1927      : Kiralık Konak-Nur Baba
 1928      : Hüküm Gecesi
 1932      : Sodom ve Gomore
 1932      : Yaban
 1934      : Ankara
 1937      : Bir Sürgün
 1953-54 : Panaroma
1956          : Hep O Şarkı)
Sayfa sayısı : 262


Romanın özeti :
Ahmet Celâl, bir paşa oğludur. Yedek subay olarak katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda bir kolunu kaybetmiştir. Daha otuzbeş yaşına basmadan kendisi için herşeyin bittiğini hissetmektedir. İstanbul’a İngilizlerin girmesi üzerine oraya dönemez ve emireri Mehmet Ali’nin çağrısına uyarak onun Orta Anadolu’nun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gidip yerleşir. Köylü için Ahmet Celâl bir “Yaban”dır.
         Mustafa Kemal’in başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, Türk Ulusunun bağımsızlık davasını anlatmaya çalışır köylülere fakat kimse ona inanmaz. Ancak emireri Mehmet Ali, annesi Zeynep Kadın, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail ve onun karısı Emine ile dostluk kurabilir. Köyün en zengin adamı ve ağası olan Salih Ağa, köyü ekonomik bakımdan sömürmektedir. Şeyh Yusuf ise din adamı maskesi altında köyü manevi yönden sömürmektedir. Devleti temsil eden muhtarın ise herhangi bir gücü yoktur. Köyün etkin ve güçlü olan iki tipi Ahmet Celâl’i engellemeye çalışırlar.
         Sakarya Savaşı’nın hemen öncesinde Yunan birliği köye girer. Direnenleri öldürür. Kendisi ile işbirliği yapan Salih Ağa ve Şeyh Yusuf’u bile aldatır, sömürür, herkese zulmeder. Sakarya bozgunundan sonra köye ikinci Yunan birliği gelir. Köyü talan ederler. İnanılmaz derecede acımasız davranırlar.
         Ahmet Celâl, emireri Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısı olan Emineyi sever. Köy düşman çizmesi altında inlemektedir. Köylü, kaderine razı olmuştur. Ahmet Celâl ise, Türk askerlerinin geleceği umudunu taşımaktadır. Sonunda o da dayanamaz ve Emine ile birlikte kaçar. İkisi de yaralanırlar. Emine’nin yarası ağır olduğu için kaçacak durumda değildir. Ahmet Celâl, Emine’yi  ve anılarını yazdığı defterini bırakarak tek başına bilmediği yollara bilmediği bir geleceğe doğru köyden uzaklaşır.
Yazarın edebi kişiliği (üslûbu) :
 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebi kişiliğini öykü anlayışı yönünden inceleyecek olursak bunun, iki dönemde geliştiği söylenebilir. Gençlik yılları sayılabilecek olan 1909-1916 yıllarında dili ve konularını işleyiş yönünden “Edebiyat-ı Cedide” beğenisi; yaşama bakışı, seçtiği olaylar ve kişiler yönünden Mauppassant etkisinde görünür.
A)   İlk dönemin ürünlerini topladığı”Bir Serencam”daki gerçekçi gözlemlere dayanan öykülerde bile yazar, öykünün akışını bozan belirtmelere yer verir.
B)   Betimlemeleri, “beyaz bir sis gibi”, “derin bir mezar sukûneti “ biçiminde Edebiyat-ı Cedide şiirinde çok rastlanan benzetmelerle süsler.
C)   Kişilerin ruhsal durumlarını yansıtma çabasıyla şairaneliğe kapılır.
D)   “Ah!” “Of!” gibi ünlemler, (..), (....) noktayla biten kısa cümleler kullanır.
E)   Dili eskidir. Fakat 1916’dan sonra Milli Edebiyat akımının ilkelerini benimseyerek dilini sadeleştirir.
Sanatçının romanlarında görülen üslûba geldiğimizde onun ilk romanı olan Kiralık Konak’tan itibaren bütün yapıtlarında bir dönemin özelliklerini, kendi tarih anlayışı içinde değerlendirerek yansıtmayı amaçladığı görülür. “Sanat sanat içindir” görüşünü savunarak yazı hayatına başlayan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Balkan Savaşı ve 1. Dünya bozgununu görünce de, “Sanat önce bir toplumun, sonra bir ulusun,sonra da bir devrin ifadesidir.” İnancına varmış, böylece sanatın toplum için olduğu görüşünü benimsemiştir.
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu, realist ve natüralist yazarların yöntemine uyarak, romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Eserlerinin çoğu hep bir çöküşün hikâyesidir. “Bir Sürgün” ‘de Abdülhamit devrinin, “Kiralık Konak” ‘ta Meşrutiyet devrinin, “Hüküm Gecesi” ‘nde yine aynı devrin, “Nur Baba” ‘da Bektaşi tekkesinin, “Sodom ve Gomore” ‘de Mütareke devrinin, “Yaban” ‘da bir Anadolu köyünün çöküşü gösterilmiştir. Kişiler, çoklukla kafalarının içindeki hayatın dışarıdaki hayata uymamasından doğan hayâl kırıklığıyla dünyaya küserler. Yazarın eserlerindeki olumlu kişiler,  genellikle içinde yaşadıkları çevrenin kötü gidişini görür, çıkış yolları tasarlar, fakat bunları gerçekleştirmek için bir çaba göstermezler. Bunlar sadece düşünen,  gördüklerinden üzüntü ve acı duyan fakat bir türlü eyleme geçemeyen tiplerdir.
         Yazar kimi zaman romanlarında doğrudan doğruya okuyucuya seslenmiş, kimi zaman da roman kişilerinin düşünce ve davranışlarında kendi varlığını sezdirmiştir. Örneğin “Yaban” ‘da Ahmet Celâl birçok yönleriyle yazarın duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, konuşma dilinin aynı zamanda yazı dili olması gerektiğini savunmuşsa da Türkçede karşılıkları bulunan Arapça ve Farsça sözcüklere, bu dillerin kurallarıyla yapılmış tamlamalara romanlarında yine de çok yer vermiştir. Ayrıca Fransızca kelimelere de romanlarında sıkça rastlanır.
Romanın Konusu :
 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir
Anadolu köyünde köylüleri, köyün durumunu ve milli mücadeleye ilişkin tavırlarını anlatmaktadır...
Romanın konusunun geçtiği yer ve zaman (çevrenin özellikleri vb.) :
Yaban romanının konusu Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da Porsuk Nehri çevresindeki küçük bir köyde geçer. Köy son derece bakımsız, unutulmuş bir virane halindedir.
Eserin Kahramanları :
AHMET CELÂL :
Romanın baş kahramanıdır. 1. Dünya savaşında kolunu yitirmiştir. Yaşamaya küskün, karamsar bir şehirli tipidir. Köylüler ile olumlu ilişkiler kuramaz. Gerçekçi olmasına karşın gerçekler karşısında şaşkına dönen bir tiptir. İdealist düşüncelere sahiptir. Olaylara ve köy gerçeğine karamsar gözle bakar ve köylünün durumundan Türk aydınını sorumlu tutar.
MEHMET ALİ :
Ahmet Celâl’in emir eridir. Savaş sonrası köyüne dönmüştür. Ahmet Celâl’e saygı duymasına rağmen yine de köyüne ve köy geleneklerine bağlıdır. Köylüler gibi düşünür. Kaderine rıza göstermiş bir tiptir.
SALİH AĞA :
Köyün en zengin adamlarındandır.Fakat kılık kıyafeti ile bir dilenci gibidir. Bütün köy halkını nüfuzu altına almıştır. Köylüye kendini akıllı olarak tanıtmıştır. Onlara borç vererek kendine bağlı kalmalarını sağlamakta ve onları sömürmektedir. Son derece çıkarcı, acımasız ve yalancıdır. Köylü üzerinde kurduğu baskılar nedeniyle köyün ekonomisine yön verir.
ŞEYH YUSUF :
Salih Ağa köyü ekonomik yönden sömüren, bu yönde köylüler üzerinde baskılar kuran olumsuz bir tipleme ise, Şeyh Yusuf da köyü manevi yönden sömüren, bu yönde köylü üzerinde dinsel baskılar oluşturan olumsuz bir tiptir. Son derece cahildir. Dini bilgileri çok basittir. Temizliğe dikkat etmeyen, pasaklı bir adamdır.
ZEYNEP KADIN :
Mehmet Ali’nin annesidir. Kaderine razı olmuş, acılar karşısında ağlamayı bile unutmuş, tarlasının, evinin işlerini tek başına çekip çeviren gerçek bir Türk anasıdır. Oğlunu, kocasını askerde, savaşlarda yitiren, yoksulluk ve acılar içinde ömrünü çalışmakla geçiren Türk kadınını temsil eder.
EMİNE :
Romanda ağırlığını koyan ikinci kadındır. Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail’in karısıdır. Ahmet Celâl’in ilgi duyduğu tek kadındır. Emine de Zeynep Kadın gibi olaylar karşısında edilgen bir yapıya sahiptir. Erkeklerin kurduğu köy dünyasında erkeklerin güdümünde sessizce yaşamaktadır. Yunan birliğinin öldürme ve kıyım eylemlerinden korkarak sonunda Ahmet Celâl ile kaçar.
YARDIMCI KAHRAMANLAR :
Bu ana tiplerin yanında yardımcı kişilerde vardır. Bunlar; Emeti Kadın, oğlu Küçük Hasan, Mehmet Ali’nin kardeşi İsmail, Bekir Çavuş vb.dir. Bu tipler üzerinde fazla durulmamıştır.
Eserin adıyla konusu arasındaki benzerlik:
         Bu romanın adıyla konusu arasında çok kuvvetli bir benzerlik vardır. Çünkü köylüler Ahmet Celâl’i bir  “yaban” olarak görmektedirler.
Romanın ana düşüncesi:
    Cehaletin insanların başına çok kötü işler açabileceği ve cahil kalmış insanların sağlıklı
düşünemeyeceği vurgulanmıştır.Öyle ki bu durum milli duyguları dahi köreltebilmektedir.
Roman yazarının eserlerinde görülen özellikler:
         Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sanatının birinci dönemindeki, yani “sanatın sanat için olduğu” görüşünü savunduğu dönemde yazdığı eserlerinde aşk, ruhsal bunalımlar ve bozukluklar, bireyle toplum gelenekleri arasındaki çatışmalar vb. görülür.
İkinci yani, “sanat toplum içindir” görüşüyle yazdığı dönemdeki eserlerinde ise çoklukla savaş felaketleri işlenmiştir.
Gerek birinci, gerekse ikinci döneminde gözlemlerden yararlanmış, ya doğrudan doğruya kendisinin gördüğü, ya da başkalarından dinlediği olayları yazmıştır.
2.Abdülhamit devrinde gezi özgürlüğü olmaması yüzünden konuları İstanbul sınırları içinde kapalı kalan Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarına karşılık, Yakup Kadri, daha ilk kitabından başlayarak, konularının çoğunu İstanbul dışındaki bölgelerden, genellikle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden almıştır.
         Yakup Kadri’nin bütün eserlerinde batılı sanatçı ve düşünürlerin açık etkileri görülür. Batı Edebiyat ve kültürüne sıkı sıkıya bağlılık gösteren sanatçı, kendi edebiyatımızdaki geleneksel konulara da yabancı durmamış; örneğin “Bir Serencam” hikayesinde Tanzimat edebiyatında sık rastlanan “tutsaklık” konusunu işlemiştir.
Sanatının 1. döneminde dil bakımından Edebiyat-ı Cedide’nin tutumunu sürdürmüştür. Hattâ “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının
ileri sürdüğü dilde sadeleşme akımına karşı çıkmıştır. Fakat bir süre sonra Ziya Gökalp’in de etkisiyle “Milli Edebiyat” akımını benimsemiş ve bu yolun en önemli sanatçılarından biri olmuştur.
         Yakup Kadri; topluma, kişilere ve olaylara oldukları gibi değil, kendi mizacı ve fikirleri açısından bakan bir romancıdır. Romanını besleyen kaynaklar, yazarın özel
yaşamını, duygu, düşünce ve anıları ile toplumun geçirdiği tarih dönemleri ve büyük olaylardır.
Kişilerin (roman kahramanlarının) dış görünüşüne önem vermez. Bunları birkaç tasvir ile geçiştirir. Ruh bakımından ise kahramanları da kendisi gibi karamsardır.
Türk romancılığının tarihi :
         Türkiye’de roman türü, 19. Yüzyılın ikinci  yarısında Tanzimat Edebiyatı döneminde, batı edebiyatından yapılan çevirilerle  tanınmaya başladı. 1860-1880 arasında batının birkaç klâsik yazarının belli başlı yapıtları Türkçe’ye aktarıldı. Victor Hugo’dan Sefiller, Daniel De Foe’den Robinson, Saint Pierre’den Pol ve Viginie, Alexandre Dumas Pere’den Monte Cristo gibi. Bu ilk çevirilerde seçilen yapıtlar, Divan Edebiyatının “Leylâ ile Mecnun”, “Ferhat ile Şirin”, Aşık Edebiyatının “Kerem ile Aslı” ‘sı, Meddah hikâyeleri ile yetişen Türk okuyucularına aykırı gelmeyecek türden yapıtlardı. Aynı dönemde ilk yerli romanlar da yazılmaya başlandı. Ahmet Mithat’ın “Hasan Mellah” adlı serüven romanında Monte Cristo’nun, Namık Kemal’in “İntibah” romanında Kamelyalı Kadın’ın etkileri görülür.
Daha ilk yapıtlardan başlayarak Tanzimat romancılarının bi bölümü aydınlara (N.Kemal, Sami Paşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem) seslenmeyi yeğlemişlerdir. Bir bölümü de halka (Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Nabizade Nazım v.b.) seslenmişlerdir. Bunun sonucu olarak da halka seslenen yazarlar yalın dille, aydınlara seslenen yazarlarsa yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yazmışlardır. Bu dönem romancılarının işledikleri başlıca temalar, aile kurumu, tutsaklık ve alafrangalıktır. Türk toplumundaki ataerkil aile düzeninin doğurduğu bunalımları çeşitli yönlerden işleyen en önemli yazarlar Şemsettin Sami (Taaşşuk-i Talât ve Fıtnat), Ahmet Mithat (Teehhül), Sami Paşazade Sezai (Sergüzeşt)’tir.
Tutsaklık konusunda Namık Kemal (İntibah), Nabizade Nazım (Zehra) ‘ı sayabiliriz.
Aynı dönemdeki temalardan alafrangalık üzerine de Ahmet Mithat (Felâtun Bey ile Rakım Efendi), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevdası) çok önemlidir.
Edebiyat-ı Cedide döneminde batıya bağlanma eğilimi daha da güçlenmiş, Fransız gerçekçi ve natüralist yazarlar (Stendhal, Balzac, Flaubert, Mauppassant, Daudet) yolunda yazmaya özenilmiştir. Bunun sonucu olarak hep yaşamda görülen veya görülmesi olasılığı bulunan olay ve kişiler seçilmiştir. Bu aşırı batı hayranlığı dilimizi de etkilemiştir. Bu dönemde 2. Abdülhamit’in sıkı sansürü nedeniyle toplum sorunlarına değinilmemiş ve dolayısıyla “Sanat için sanat” görüşü benimsenmiştir. Bu dönemin başlıca yazarları Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın v.b.’dir. Aynı dönemde yaşayan Hüseyin Rahmi Gürpınar ise “toplum için sanat” görüşünü savunmuştur.
İkinci Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde Fransız realist ve natüralist yazarların yolunu izleyen romancılarımızdan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Hep O Şarkı, Bir Sürgün, Kiralık Konak, Yaban, Sodom ve Gomore), İngiliz Edebiyatının etkisinde kalan Halide edip Adıvar (Handan, Kalp Ağrısı) ‘ı sayabiliriz. Halide Edip Adıvar Kurtuluş savaşı yıllarında toplumsal konulara eğilerek Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında savaşın acılarını işlemiş, daha sonra da Türkiye’nin toplumsal durumunu yansıtan töre romanlarını, “Sinekli Bakkal” ve “Sonsuz Panayır” ‘ı yazmıştır.
Bu dönemin diğer sanatçıları Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa v.b.’dir.
Daha sonra ise edebiyatın çeşitli dallarında eserler veren Memduh Şevket Esendal’ı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’yı, Osman Cemal’i, Mithat Cemal’i ve Abdülhak Şinasi Hisar’ı sayabiliriz.
         Cumhuriyet döneminde de realizm (Kemal Tahir, Samim Kocagöz, Kemal Bilbaşar) natüralizm (Reşat Enis), toplumcu gerçekçilik (Sabahattin Ali, Orhan Kemal) gibi akımlar yanında izlenimleri öne alan (Sait Faik v.b.) davranışlar romanımıza çeşitlilik kazandırmıştır.
Romanın ait olduğu dönemin tarihi ve edebi özellikleri:
“Yaban” romanı, Batı Etkisindeki Türk Edebiyatının “Milli Edebiyat” dönemine ait bir romandır.
Milli Edebiyat Dönemi : Meşrutiyet devrinde Osmanlı toplumunda dört siyasi akım görülmektedir: İslâmcılık, Osmanlıcılık, Batıcılık ve Türkçülük.
İslâmcılık; kavimcilik düşüncesine karşı koyup, birleşik bir İslâm birliği, büyük bir İslâm devleti kurma ülküsüydü.
Osmanlıcılık; çeşitli uluslardan (Türk-Arap-Arnavut-Ermeni-Yunan-Sırp-Bulgar v.b.) birleşik Osmanlı devletinde bir Osmanlı ulusçuluğu kurma ülküsü idi.
Batıcılık; sürekli yenilgilerle çökmeğe başlayan devleti kurtarmak için toplumu doğu uygarlığından batı uygarlığına geçirme çabası idi.
Fakat gerek Balkanlarda yaşayan Hristiyan uluslar, gerek hiçbir toprak temeline dayanmayan Hristiyan azınlıklar arasında, önce Rusya’nın, daha sonra da Avrupa’nın kışkırtmalarıyla başlayan “ulusçuluk” hareketi Osmanlıcılık düşüncesinin ve Osmanlı
Devleti’nin yıkımını hazırlamış, ayrıca Müslüman uluslar arasında da uyanan bağımsızlık istekleri Osmanlıcılık ülküsünden başka İslâmcılık ülküsünün de yıkımına yol açmıştır.
         İşte bu devirde, imparatorluk içindeki çeşitli ulusların kendi benliklerine dönme eğilimi karşısında, bazı aydınlar, devletin çeşitli uluslara değil, “millet-i hâkime” (egemen ulus) diye adlandırılan asıl sahibine, yani Türk halkına dayanması gerektiği düşüncesine ulaşmışlardır.Bu düşünce aydınların halka yönelmesine yol açmış ve bu davranışa “Türkçülük” adı verilmiştir. Siyaset alanındaki bu “halka doğru” hareketi, edebiyatta “ulusal kaynaklara dönme “ düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. Bu düşünce dilde sadeleşme, yerli hayatı yansıtma, şiirde aruz ölçüsü yerine hece ölçüsünü kullanma ve Halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanma anlamında kullanılmış; bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyata da “Milli Edebiyat” adı verilmiştir.
         Bu edebiyat hikâye ve romanlarının en önemli özelliği sade dille yazılmış olmalarıdır. Bu dönemde, “memleket edebiyatı” çığırının başarılı ilk örnekleri verilmiştir. Konular İstanbul sınırlarından çıkmış ve yurdun her köşesinden ve her tabakadan insan hayatı konu olarak alınmıştır.
         Gözleme çok önem verilmiş ve bunun sonucu olarak Meşrutiyet döneminin Turancılık (Halide Edip Adıvar: Yeni Turan-Müfide Ferit: Aydemir), Türkçülük (Ulusçuluk), Osmanlıcılık (Ömer Seyfettin: Eshâb-ı Kehfimiz, Kırmızı Bayraklar v.b.), İslâmcılık (Reşat Nuri: Yaprak Dökümü, Peyami Safa: Fatih Harbiye), kimi eserlerde tema olarak alınmıştır.
Milli Edebiyat akımının hikâye ve roman yazarlarının başlıcaları şunlardır :
Ömer Seyfettin - Halide Edip Adıvar – Yakup Kadri Karaosmanoğlu – Refik Halit Karay – E.Ekrem Talu – O.C. Kaygılı – Reşat Nuri Güntekin – Peyami Safa – Mahmut Şevket Esendal – Halikarnas Balıkçısı ( C.Ş.Kabaağaçlı) – M.C. Kuntay – A.Ş. Hisar- M.Yesari.
Kaynaklar :
Yaban : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Türk Edebiyatı : Ahmet Kabaklı
Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman : Cevdet Kudret
Çağdaş Türk Edebiyatı : Şükran Kurdakul
Edebiyat Bilgileri : Rauf Mutluay
Büyük Larousse Ansiklopedisi
Türk Edebiyatı Antolojisi : Şemsettin Kutlu
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü : Behçet Necatigil
Resimli Türk Edebiyatı : Nihat Sami Banarlı
Dile Gelseler : Vedat Günyol


Türk Dili, Türk Romanında Kurtuluş Özel Sayısı : Selim İleri

Charles Handy - Süper Yönetim El Kitabı Özeti



Yazar : Charles HANDY
Yayınevi : İlgi
Baskı : İstanbul / 1989 / 284 shf.

BİRİNCİ KİTAP
Bölüm 1: Yönetimin Dört Tanrısı
Eski Yunan Mitolojisinden tanıdığımız bazı Tanrı adları ya bir modele yada bir yönetim felsefesine verilmiş veya bir şirket yönetim modeliyle özdeşleştirilmiştir. Her modelin bir adı, tekniği ve kendisini sembolize eden bir simgesi vardır. Model adı, simgesi ve Yunan tanrısı birlikte bir imajı oluştururlar.
Bu bölümde kısaca bu modellerin özellileri üzerinde duracağız.
* Kulüp Modeli (Zeus): Simgesi Örümcek ağıdır. Zeus, Olimpus Dağı’nda hükümranlığını sürdüren öfkelenince şimşekler, memnun edilince bağışlar yağdıran bir tanrılar tanrısıdır.
Bu sistemde bürokrasi, yani kırtasiyecilik hemen, hemen yoktur. Zeus mektup veya not yazmaz. Mümkünse yüz yüze mümkün olmazsa, telefonla konuşur. Zeusların en büyük özelliği ilgi ve güvenden kaynaklanan sezgileriyle iş yapmalarıdır.
Kulüp modeli birbirini tanıyan, kafa yapısı ve düşünce tarzı birbirine benzeyen insanların, daha çok sezgi gücüyle formalitelerden çok kişisel ilişkilerden oluşan bir sistemdir.
* Rol Modeli (Apollo): Simgesi Yunan tapınağıdır. Rol Modeli organizasyon kelimesinden söz edilince akla gelen modeldir. Önemli olan kişiler değil, üstlenilen rol, yani yapılacak iştir.
Apollo bu işin patronudur; düzeni ve kuralları simgeler. Bu model kişinin mantığına dayanır. Herşeyin mantık çerçevesi içinde yapılabileceğini yada yapılması gerektiğini savunur.
Rol modelinde şirket faaliyetleri, organizasyonun iş akışını belirleyen belirli roller, bir sistem içinde birbirinden ayrılarak gruplandırılır. Bu gruplar belirli kurallar zinciri ve işlemler dizisiyle birbirine bağlanır.
Hareketli ve yaratıcı bir kişilik bu tür işyeri için hiç uygun değildir .rol modelinde kişi sadece kendisine verilen görevi yerine getirir.
* Görev Modeli (Athena): Bu modelin simgesi filedir. Şirket birbirine bağlı komanda birimlerinden oluşan bir ağdır. Her birinin kendi yapısı içinde belirli bir faaliyeti vardır. Ve bunlar genel strateji içinde belirli bir sorumluluğu üstlenirler.
Yaratıcılığın takdir edilip şans verildiği gençlerle fırsat tanındığı bir sistemdir. Kararlar ortak alınır, olgun bir saygı uyum ve insanların önüne dert çıkarmaktan çok onlara yardım etme eğilimi yaygındır. Herkes belli bir amaca yönelmiş komandodur.
Görev modeli oldukça pahalı bir sistemdir. Kadroyu piyasa fiyatlarının üstünde ücret alma konusunda ısrarlı olabilecek uzmanlar oluşturur. Sorunlar çoğunlukla anında çözülmez.
* Varoluşçu Model (Dionysos): Simgesi dairesel bir şekil içinde yer alan birbirinden uzak noktalar. Diğer üç modelde bireyler şirket için çalışır. Konuları değişebilir, ancak burada çalışanlar daima şirketin amaçlarına ulaşabilmesi için vardır. Bunun için çaba harcarlar.
Bu modelde ise insanların kurumlara değil kurumların insanlara çalıştırması söz konusudur.
Bireysel yeteneğin veya yapılan işin, şirketin en büyük kaynağı ve geliri olduğu durumlarda, varoluşçu model çok başarılı ve kalıcı olur.
Dionisos taraftarları patron tanımazlar. Ancak kendi aralarında bir işbirliğini kabul ederler. Yöneticilik bu tür işler için, ev işleri gibi günlük bir görevdir. Baskı ve otorite kesinlikle sözkonusu değildir.
Bölüm 2: Tanrılar İşbaşında
Bu bölümde I. Bölümde açıklanan 4 Model'in birbirleri arasındaki farklılıkları üç ana yöntem üzerinde inceleyeceğiz.
Yöntemler:
1) Düşünme ve Öğrenme
2) Etkileme ve Değiştirme
3) Teknik ve Ödüllendirme'dir.
* Kulüp Modeli (Zeus):
Düşünme ve Öğrenme Yöntemleri: Zeus'u sevenler. Daima en uygun görünen çözümü düşünürler. Parçaları ayrı ayrı inceleyip sonuç çıkarmaya sabırları yetmez, sıkılıverirler. Kendilerine duydukları güven tam olduğundan buna gerek de duymazlar.
Etkileme ve Değiştirme Yöntemleri: Kulüp modeline göre yönetilen kuruluşların yapısını kendi düşüncelerinizle değil ancak güvenilir kişilerin ağzından çıkan fikirlerle değiştirebilirsiniz. Etkileme olarak kişisel etkileme gücü kullanılır.
Teşvik Ödüllendirme: Zeus tipindeki yöneticiler, olaylar ve insanlar üzerinde etkili olmak isterler. Para çok önelidir bu modelde teşvikçi olarak.
* Rol Modeli (Apollo)
Düşünme ve Öğrenme Yöntemleri: Apollo tam anlamıyla planlamayı tercih eder. Düşünce mantığa dayanır. Analizci bir düşünce yapısı sözkonusudur. Zeka yetenek için gereklidir. Apollo modelinde zekanın yetenekle birlikte bulunması büyük önem taşır.
Etkileme ve Değiştirme Yöntemleri: Apollo modelinde mevkiinden kaynaklanan yetkiniz size sadece iş yaptırma gücünü değil, o işler için bazı kurallar koyma, sistemler geliştirme imkanıda verir. Çalışanlardan birini değiştirmek sistemde hemen hemen hiç etki yapmaz. Etki yapacak olan yapıyı değiştirmektir.
Teşvik ve Ödüllendirme Yöntemleri: Apollo eğilimliler bireyleri sahip oldukları mevki sembolleri ile değerlendirir ve bunları elde etmek için yarışırlar; şirket arabası, harcama yetkisi, çalışma odası gibi.
* Görev Modeli (Anhena):
Düşünme ve Öğrenme Yöntemleri: Anthena modeli için öğrenme daha çok araştırmacılığa dayanır. Sınama yanılma yöntemi sözkonusudur.
Etkileme ve Değiştirme Yöntemleri: Anlaşma veya Uzlaşma çok ön plandadır. Çok geniş görüşlü insanlardan kurulu bir modeldir, görev modeli.
Teşvik ve Ödüllendirme Yöntemleri: Görev Modeli, Uzmanlığa, profesyonelliğe büyük önem verir. Değişiklik çok sevilir. Sorun çözmek ana görevdir.
* Varoluşçu Model (Dionisos):
Düşünme ve Öğrenme Yöntemleri: Varoluşçu modelin temsilcileri herhangi bir beceriyi deneyerek öğrenmeyi tercih ederler. Fırsat isterler fakat seçim hakkı kendilerinde olmalıdır.
Etkileme ve Değiştirme Yöntemleri: Dionisos karakterini etkilemek çok zordur. İnsana saygı duyarlar. Yönetilmeleri çok güçtür. Bu modeldeki insanlar birbirinden tamamen farklı, apayrı insanlardır.
Teşvik ve Ödüllendirme: Dionisos profesyonelleri şöhrete fazla önem vermeyip, reklam olmayı sevmezler. Küçük bir şilt, bir şiir, göze çarpmayan bir resim bile Dionisos'u ödüllendirmeye yeter.
BÖLÜM 3: TANRILAR DENGESİ
Bu bölümde önce şirketlerde, tanrılar ya da modeller dengesini etkileyen güçleri yakından tanıyacağız.
Daha sonra tanrılar arasındaki bağlantıları inceleyeceğiz.
Etkileyici güçler:
-Büyüme -İş sistemleri -Yaşam dönemleri -İnsanlar
Büyüme: Tanrılar dengesini etkileyen ilk güç şirketin büyümesidir. Şirket ne kadar büyürse o kadar Apollo modeline yaklaşır. Büyümenin artması, sabit-düzenli durumların oranını artırmasına yol açar.
Yaşam Dönemleri: Değişim hızı diye de nitelendirilir. Şirketler yaşam dönemlerine uyum sağlamak için birtakım yöntemler geliştirmişlerdir. Bunlar;
-Görev birimleri veya çalışma grupları oluşturmak.
-Üretim veya yönetici kadrosunu daraltarak geliştirme gruplarını genişletmek.
-Üst düzeyde bir yönetim kadrosu oluşturmak.
İş Sistemleri: Şirket içinde yapılacak bir işi düzenlemenin üç değişik yolu vardır.
- Akış sistemi: Bölümlerden birinin tamamladığı iş, diğer bölümün hammaddesidir.
- Kopya sistemi: Her bölümün yaptığı iş birbirinin aynıdır.
- Birim sistemi: Her bölümün yaptığı iş birbirinden tamamen bağımsızdır.
İnsanlar: Bazı modeller, bazı toplumlarda daha çok sevilir. Her kişide her dört tanrıdan birer parça bulmak mümkündür. Kişinin aldığı eğitim onu herhangi bir modele yakınlaştırır veya uzaklaştırır.
Tanrılar Arasındaki Bağlantılar
Bir şirkette, tanrılar arasında bağlantı b ulunması gerekir ki o şirket dengeli bir şekilde yürüsün.
Etkin bir bağlantının üç koşulu vardır.
* Hoşgörü, * Köprüler, * Ortak dil
Bu üç koşul yerine getirilmediğinde, dördüncü etken olarak ortaya gevşeme çıkar. Gevşeme verimsizliğin ve uyumsuzluğun göstergesidir.
Hoşgörü: Her modelin kendine özgü koordinasyon ve denetim yöntemi olduğunu biliyoruz. Kendi yöntemlerinizi başkalarına kabul ettirmeye çalışmanız bağnazlığı, ortaya çıkarır. Bu durumda da güvensizlik girdabı devreye girer.
Köprüler: Köprüler, yazışmalardan başlayıp temsilciler, ortak kurullar, koordinatörler, irtibat komiteleri ve proje ekiplerine kadar uzanabilir.
Köprüler olmaz ise her model kendi yoluna gider. Bu da verimliliğin azaltılması sonucunu doğurur.
Ortak bir dil: "Birlikte konuşan bir şirket, birlikte yürür" diyebiliriz buna kısaca.
BÖLÜM 4: TANRILAR VE ORTAMLARI
Bu bölüme Tanrıların görüldüğü çevrelerin önemi ve Değişik yerlerde görülen değişik modelleri göreceğiz.
Şirketin etkinlik gösterdiği çevre, tanrıların belirlenmesinde en az şirketin büyüklüğü, yaşama devresi ve iş tipi kadar önemli bir öğedir.
Güneydoğu Asya ülkeleri, emir-komuta kademelerinden ve güç etkisinden oldukça mutlular. Onlar belirsizlikle yaşamaktan pek de şikayetçi görünmüyorlar. Singapur, Hong Kong. Hindistan ve Filipinler bu değerleriyle Zeus modeline daha uygun bir yönetim modeli sergilemekteler.
Anglo-Saksonlar ve İskandinavyalılarda belirsizliğe pek aldırmıyorlar. Ancak Güneydoğu Asya ülkelerine oranla daha demokratik bir sistem uygulamaktalar. Bu da Anthena modelini andırıyor.
Japonlar ise çok daha farklı yapıda bir toplum. Belirsizliği sevmiyorlar. Çok daha toplumcular. Aileye son derece önem veren yönetim modelleri daha çok Apollo modelini hatırlatıyor. Girişimci değiller.
Fransızlar daha çok gücü ve emir-komuta zincirini benimsemekteler. Bu toplum bireyciliği tercih ediyor ama risk almaktan hoşlanmıyor. Bu bir Apollo kitlesinin üstünde Zeus karakterinin egemen olduğu karma bir model.
Avusturya ve Almanya gibi ülkeler belirsizliği sevmiyorlar. Eşitlik istiyorlar ama bireycilikten hoşlanmıyorlar. Biraz demokratik bir Apollo modelinin uygulayıcıları durumundalar. Çok çalışan, verimli ama aynı zamanda sosyal macerayı ve fazla heyecanı sevmeyene donuk toplumlar.
İKİNCİ KİTAP
BÖLÜM 5: APOLLONUN ÇELİŞKİSİ
Bu bölümde şirketlerin yönetim kademelerindeki çelişkileri inceleyeceğiz.
Yöneticilik, çelişkileri, değişik tanrıları, karşı tezleri ve yönetim sorunlarını çözümleyebilme sanatıdır.
Daha fazla apollolaşma ve şirketleri daha kurallı daha düzenli hale getirme yolundaki baskılar sürerken, tam aksine, şirketi oluşturan bireylere daha fazla bağımsızlık tanıma ve onların ihtiyaçlarını daha fazla önemseme gibi görüşlerde giderek şirketlerdeki ağırlığını artırıyor. 2000 yılında günümüzdeki çalıştırma şeklinden ve şirket anlayışından çok farklı bir sistemin egemen olacağını gösterir somut belirtiler var.
Şirketlerin Apollo modeline sürüklenmeleri ile Büyüklük ve Uyum çok ön plana çıkmış oluyorlar. İnsanlar, bulundukları şirketi dışarıda daha büyük, içerde de daha istikrarlı bir duruma getirmek için karşı konulmaz bir istek duyarlar.
Büyüklük: - Daha büyük olmak ile işler daha kolay olur.
- Büyüklük saygınlık getirir.
- Büyüklük esneklik ve güvence verir.
İstikrar: Bir çok şirket istikrarı geleceğin garantisi olarak görür ve bunu gerçekleştirmek için çalışır. Yönetim açısından geleceği içine alan istikrar çok istenen bir durumdur. İstikrarı uzun süre garanti eden kuruluşlar, şirketin faaliyetlerinden ve elde edeceklerinden daha emin olurlar. Bu yönetimde rahatlık arayanlar için son derece doğaldır.
Apollo'ya direniş: İnsanların Apollo'ya gösterdikleri Tepkinin 3 nedeni vardır.
1. Neden: İnsanların yine insanlar tarafından yönetilmesidir.
2. Neden: Yapılacak işin yani rolün son derece kesin ve belirlenmiş olmasının insanları soğutması, heyecanı ve isteği azaltmasıdır.
3. Neden: Okullarda ve toplumda, çocuklara Apollo modelinin uygulandığı aşırı kuralcı sistemlere karşı çıkılması, bireyin daha özgür ve bağımsız olması gerektiği yolunda değerler kazandırılmasıdır.
BÖLÜM 6 : TEPKİLER
Bu bölümde Apollo krizlerine bulunan üç temel çözüm üzerinde duracağız.
1. Apollo krizlerine önerilecek ilk çözüm şirketleri verimli ve etkin birer sosyal araç olarak görmektir. Bu noktada sorumluluk kilit sözcük iş disiplininin topluma nasıl bir refah getirdiği düşünülüp Hong-Kong örneği üzerinde durulabilir.
2. Apollo krizine getirebilecek ikinci çözüm, şirket içindeki işi bir görev değil, bir ayrıcalık olarak yorumlamak olabilir.
3. Apollo çıkmazından üçüncü yanıt demokrasinin görevleri veya ayrıcalığı olarak düşünülebilir.
Modern sanayi toplumlarında her üç çözümüde görmek mümkün. Ancak bu çözümlerin hiçbiri istediğimiz gibi bir geleceğin garantisi değil. Sonuçta karşılaşılabilecek üretim verimsizliği, birçok şirket için dayanılması güç boyutlara varabilir.
BÖLÜM 7: TANRILARIN YENİ DÜZENİ
Bu bölümde: Tepkilerin giderilmemesinden doğan karışıklığın tanrıların yeni düzeni vasıtası ile nasıl aşıldığı incelenecektir. Büyümenin ve uyumun gerçekleştirilmesi şeklinde görülen iki şirket ihtiyacı ile toplumun çalışan kesiminde görülen ve kaçınılmaz çatışmalara neden olan kişisel katılım için daha fazla olanak ve seçim hakkı gibi kişisel ihtiyaçların giderilmesi ve çözümlenmesinin çok zor olması Yeni tanrı düzenlerini gündeme taşımakta.
İhtiyaç duyulan değişimi iş gücünden yararlanan şirketlerden beklenen bir tür profesyonel ortaklık olarak niteleyebileceğimiz, federal eyaletlere benzeyen şirket tiplerine geçme ihtiyacı olarak tanımlanır.
Profesyonel Şirketler: Profesyonel olan işin dış etkilerden korunması, çalışma sisteminin hatta saatlerin istenildiği gibi düzenlenmesi ve daha fazla iş güvenliği sağlanması Profesyonel şirketlerin temel özellikleridir. Bu özellikler önemli avantajları beraberinde getirir. Profesyonel tıpkı sanatçı gibi parayı yetenekleri karşılığında alır. Hizmetinin süresi veya bağlılığı alacağı parayı etkilemez.
Şirketler Federasyonu: Apollo etkisi yok edilip, küçük köyler ile federasyona geçilince büyüme ve büyümenin getirdiği uyumluluk ihtiyacı azalır. İş akışları parçalanır, birimler küçülerek daha bağımsız hale gelirler ve işçiler bir tür sözleşmeli birimler halinde çalışırlar.
BÖLÜM 8: SONUÇLARI
Tanrıların yeniden düzenlenmesine bağlı olarak toplumlarımızın yeni çehreler kazanacağı, insanların yaşama biçimlerinin değişeceği ve sosyal hayatın farklılaşacağı konusunda birçok gerekçe sıraladık. Şirketler toplumların iskeletini oluşturduğu için bu kurumlarda görülecek değişiklikler istesek de, istemesek de hepimizi etkiler. Bu bölümde söz konusu gelişmelerin toplumlar açısından üç büyük sonucuna değineceğiz.
* İşçi Toplumunun Çöküşü
* Yeni Ortaklıklar
* Yeni Örnekler
1. İşçi Toplumunun Çöküşü: Artık orta sınıf aileler otomatikleşti, sözleşmeliler iş yapıyor. Aynı iş yine yapılıyor. Ama hizmetçiler, ya da uşaklar tarafından değil, profesyoneller tarafından. İşsizlik oranının artışından dolayı gelişen teknolojileri suçlamak son yıllarda oldukça moda.
Yeni işler kaçınılmaz olarak insanların yerine makinelere ihtiyaç duyuyor. Çünkü bu yeni iş alanlarının ve yeni mesleklerin beyne ihtiyacı var; kaslı kollara, güçlü ellere değil.
Yeni teknoloji ve buna bağlı olarak gelişen yeni işler Athena ve Dionisesler istiyor. Apollo değil. Ana kaynak bu iki tanrı olmak zorunda,çünkü beyin onlarda var.
2. Yeni Ortaklıklar: Şirketlerin boyutları, karmaşa gelen gevşeme Apollo'dan kaçışın en önemli nedenleri idi. Apollo'dan kaçanlar yeni ortaklık ile kooperatifçiliğe adım atmış oluyorlar.
Burada bütün hisseler ortaklar tarafından paylaşılır Aramal veya sermaye bütünüyle çalışanlar arasında paylaştırıldığından herkes kendini "işçi" değil, üye olarak görüyor.
3. Yeni Örnekler:

Şirketlerde Athena ve Dionisosların sayıları arttıkça, kadın öğesinin, yada kadınsı yoğunluğun arttığını böylece kadınların çalışmasının daha kolay olduğunu söylemek mümkün. 

Richard R. Conorroe - Yönetimde 32 Altın Kural Özeti




Yazar : Richard R. CONORROE
Yayınevi : İlgi
Baskı : İstanbul / 1989 / 198 shf.


Bölüm 1
Başarınızı en fazla etkileyecek kişiler seçin; onları doğrudan etkileyecek, kişisel Kitap olarak ve sürekli irtibat halinde bulunun
Bu kitabın iki hedefi var;
Önce herkesin, meslek hayatında sık sık yaptığı hataları göstererek uyarılarda bulunmak
İkincisi, yönetimde 32 altın kuralı, özellikle iş hayatında fazla tecrübesi olmayan genç kadın ve erkekler için yazdım.
Her işte, kilit noktası olan kişiler vardır. sizi engelleyebilecek, ya da başarıya itebilecek tanıdık kişiler...Bunlar sizi bazen zirveye çıkarır, bazen mahveder.
İş hayatında iki tür tanıdık ayırt edilir:
Kendi düzeyindeki tanıdıklar: Gücünüzü kaybetmeden bulduğunuz mevkide kalmanıza yardım ederler.
Yüksek düzeydeki tanıdıklar: İlerlemenize yardımcı olurlar
İş ilişkileri, evlilikten çok aşk maceralarına benzer. Çiçek açar ve solar. Bazen tekrar çiçek açtığı, yada tamamen öldüğü olur
BÖLÜM 2
Şu andaki durumunuzun, yarın hatta bugün değişmeyeceğini sanmayın.
İş hayatı, elinizde tuttuğunuz bir prizmaya benzer; Görüntü sürekli olarak değişir.
İş hayatındaki çalkantılar sizi pasif olmaktan kurtarır, fırsatlar yaratır. Bunlar bir bakıma, işinizin tuzu biberidir.
Seçiminizi yapın. Kırk yılda bir değişiklik görülen mesleklerden birini seçebilirsiniz yada her telefon konuşmasının, her gelen mektubun küçük bir serüven anlamına geldiği bir iş bulabilirsiniz. Ama işlerin hiç değişmediği bir meslek bulamazsınız.
“İşler hep aynı!..” deyişi, gerçekle çelişkiye düşmektedir. İşler asla hep aynı değildir.
BÖLÜM 3
Mesleğiniz ne olursa olsun, kendinizi bir satıcı olarak görün
İş hayatına girdiyseniz, artık siz bir satıcısınız.
Mühendis, müdür yardımcısı, fabrika yöneticisi, sekreter, marangoz, kimyager, stilist, başkan yardımcısı olabilirsiniz. Bütün bunların hiç önemi yok. Siz, yinede bir satıcısınız.
Her Allah’ın günü, bütün bir gün boyunca diğer insanlara, kendi fikirlerinizi şirketinizin veya başkalarının fikirlerini ve hepsinden önemlisi, onlara kendinizi satıyorsunuz.
Bir satıcı olarak hiç yeteneğiniz olmadığını söyleyebilirsiniz. Bu hiç önemli değil. Zaten satıcılık yapanların çoğunda, ya pek az satıcılık yeteneği vardır yada hiç yoktur, yinede çoğu başarılıdır.
Burada sözüne ettiğimiz satış şekli, yetenekten çok davranışlarla ilgili.
İlk izlenimlerin kalıcı olmasının bir nedeni vardır. Birisi sizinle karşı karşıya geldiğinde hakkınızda hemen bilgi edinir. Onda bıraktığınız izlenimleri bilinçli bir şekilde sınıflandıramaz, ama, yinede o izlenimi alır ve bir yere saklar.
Elinizi sıkarken, gücünüzü hisseder, sesinizin cesaret yansıtıp yansıtmadığını duyar, yürümenize bakar.
Kendinizi paketleyiş biçiminizle ona pek çok bilgi verirsiniz. Giyiminize ve bakımlı olup olmayışınıza göre, sizin düzenli veya düzensiz, rahat yada sinirli, resmi veya samimi, tutucu veya yeniliklere açık bir insan olduğunuza karar verir.
Kişinin masası, çalışma odası, yada bürosu, onun hakkında neler ortaya koyar, bir bilseniz şaşırırsınız. Kendisi içeride yokken bile birinin bürosuna girerek, onun hakkında bir hayli bilgi edinebilirsiniz. Bürosu bir çalışma yeri olarak mı, yoksa bir vitrin gibi mi düzenlenmiş? Yoksa her iki durumda bu büro için geçerlimi? Oda, sahibinin özelliğini yansıtacak şekilde zevkle ve kişisel olarak mı döşenmiş? Yoksa yalnızca dekoratörün zevkini yansıtan lüks ve ultra modern bürolardan birimi. Yine aynı şekilde bir büronun genel görüntüsüne bakarak, buranın işinden nefret eden biri tarafından mı, yoksa işini çok seven biri tarafından mı kullanıldığını anlarsınız.
BÖLÜM 4
Yapıp söylediklerinizin gelecekte ki sonuçlarını daima düşünün.
İş hayatı, satın alanlar ve satanlardan oluşur. Hiç unutmamanız gereken başka bir kural: “Satanlar, alanlardan daima daha çok kazanır.!”
Önemli bir nokta: “ İnsanlar kendilerine bir şeylerin satılmasından hoşlanır.” İyi pazarlamacıyı kendilerine bir şey satmak için dil dökerken görmek onları mutlu eder. İnandıkları bir satıcıdan bir şey almaya da bayılırlar.
Alıcılar, kendilerinin kaptan olduklarını sanırlar. Bırakın öyle sansınlar. Her iyi satıcı, aslında kendisinin kaptan olduğunu bilir.
Bu nedenle satıcı olun, yada en azından kendinizi öyle görün. İş hayatındaki önemli kişiler, kendilerine ilgi gösterilmesine alışıktır. Bunun beklerler. Önemsiz olanlar, sıradan işleri yapan küçük memurlar bu ilgiye alışık değildir ve bir insan olarak onları fark etmenizi takdirle karşılarlar. Sekreterler,..laboratuar asistanları.. santral memureleri.. getir götür işini yapanlar.. dosya memurları.. İş hayatında küçük adam denen kişilerin hepsi.. onlarla dost olun, ilgilenin!onları dinleyin ve isimlerini hatırlayın. Sırf birgün size yardım ederler diye yapmayın bunu; ama bir gün size yardım edebilirler diye yapın.
Sözgelimi, iş hayatının en kötü yönlerinden biri, işten adam çıkartmaktır. Ama bu işi doğru düzgün yapabiliyorsanız, bu olumsuz tecrübenin üzücü yanları ortadan kaldırılabilir. Birisini işten atmak için geçerli nedenleriniz varsa, ve bu nedenleri ona açık ve tartışılması güç bir dille anlatırsanız, işten atılan kişi genellikle cesur bir tavırla kaderine razı olur. Aslında pek çok kişinin, kin duymadan ve gönül rahatlığıyla işten atılmayı kabullenmesi şaşırtıcıdır. Yanlış işte çalışanların çoğu bunu bilir. Gururunu incitmeden ve yeteneklerini hangi yöne sevk etmesi gerektiğini tavsiye ederek onu işten çıkarırsanız, düşman değil dost kazanırsınız. Daha sonra iş hayatında tekrar karşınıza çıktıklarında, mesleklerinde yaptığınız buy küçük ameliyat için size teşekkür bile ederler.
Elbette mesleğinizdeki her şey gibi, hedefleriniz de değişecektir. Büyük bir ihtimalle hedeflerinizi sürekli gözden geçirip geliştiriyorsunuz. Bu değişim sürekli ve hızlı olabilir, ama tıpkı büyüyen çocuktaki gibi her gün görülen değişiklikler fark edilmez. O yüzden uzun vadeli hedeflerinizi belirli sürelerde gözden geçirin. Her yıl mutlaka, ama tercihen her altı ayda, ya da üç ayda bir...
Hedefleriniz az da olsa değişmiş ise, şimdiki faaliyetlerinizi gözden geçirin!Şu an yapmakta olduğunuz şeyleri, gelecekte olmasını istediklerinize uygun hale getirin.
İş hayatında iyimser olmak ne kadar kolaydır. Ama bu iyimserlik insana uzun vadede ne kadar pahalıya mal olur.
BÖLÜM 5
İş hayatında mevki her şey değildir. (fakat kısmen)
Açık konuşalım. Mevki demek, güç demektir. Çoğu zaman yeteneğin yerini de alır.
Bir mevki, diğerlerine oranla daha iyi, ya da daha kötü olabilir. Siz yanlış mevkide iseniz, başka biri doğru mevkidedir. Şansınıza küsün!Sizden yararlanır ya da harcar
Bir kaç şey bir araya gelerek mevkiinizi belirler.
Önce organizasyondaki seviyeniz.
Sonra, boyut. Hemen ardından, yaptığınız işler gelir.
Mevkiinizi saptayan etkenlerden biri de şöhretinizidir. İş hayatında başarılı biri olarak tanınmak, sizi üst mevkilere getirir.
Mucize eseri, tamamen yetenekli yöneticilerin çalış tığı bir şirketi gözünüzün önüne getirin. Bu şirket içlerinde yeteneksiz bulunmadığı için, akıl almaz boyutlara ulaşır ve büyür. O zaman işe yeniden çok sayıda yönetici almak gerekir. Doğal olarak bunların çoğu da yetersiz kişiler olur. Böylece oran yeniden dengelenecek ve vaizler yine endişelenmeye başlayacaktır.
Yetersiz kişilerin en korktukları şey, yetenekli astlardır.
Üstünüzden daha yetenekli iseniz, doğal olarak ona karşı kin duyar ve bunu başkalarına da belli edersiniz. Böylece kendi kendinizi yenilgiye uğratmış olursunuz.
Burada işin sırrı, öyle olmadığı halde patronunuzu çevreye iyi göstermektir. Bu sizi kahretse bile.
Seçenek bir: Öfkenizi dışarıya vurursunuz. Ama bu hem sizi, hem de üstünüzü kötü durumda bırakır. İkiniz de, kendinizi savunma gereği duyarsınız. Daha yüksek mevkidekiler, sizinle çalışma konusunda kuşkuya düşerler.
Seçenek iki: Yutkunur, duyduklarınızı ve düşündüklerinizi içinize atarsınız. Kendinizi başkalarına ittirerek ve başkalarının sizi çekmesini sağlayarak, terfi edebilirsiniz. Bunu da, ancak sizin ilerlemenizi isteyenler varsa başarabilirsiniz. Üstlerinizin, ilerlemenizi istemesi için, onları çevreye iyi olarak tanıtın.
BÖLÜM 6
Başkalarından daha iyi yaptığınız işleri keşfedin
Pek çok kişi iş hayatında, yeteneklerini doğru düzgün kullanmaz. En iyi yapabildikleri işlerde çalışmak yerine, başka yönlere giderler. O yüzden de, başarı kırıntılarıyla yetinmek zorunda kalırlar. Aynı şey şirketler için de geçerlidir.
Çok başarılı kişiler, genellikle başkalarından ne daha zeki ne de daha yeteneklidir. Hepsinin sırrı, sınırlı zekalarını ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmayı bilmelidir. Bunlar, başarılı olduklarından zamanla tecrübelerini de artırırlar.
En iyi olduğunuz konulardan uzaklaştığınız anda, sizin için çok önemli olan rekabet avantajınızı kaybedersiniz. Zayıf yanlarınızı yenseniz bile, bir amatör olmaktan öteye gidemezsiniz. Daha başarılı, daha zengin, daha mutlu ve güven içinde olabileceğiniz konularda uzmanlaşın!
İşin üzücü yanı, pek çok kişi (ve şirket), gerçek yeteneklerinin ne olduğunun farkında bile değildir.
Diyelim ki çiftçilere rüzgar gülü satıp başarılı oldunuz. O yüzden çok iyi bir pazarlamacı olduğunuza karar veriyorsunuz. Sanayi fabrikalarına makine aksamı satmaya başlıyor ve işin altından kalkamıyorsunuz.
Neden? Bir düşünün!Belki, siz özellikle çiftçilere satış yapma konusunda beceriklisiniz. Öyle ise, başarıyı, traktör ya da diğer tarım makinelerinin pazarlamasında armalısınız. Dünyadaki en iyi sanayi makineleri pazarlamacısı olduğunuzu da aklınızdan çıkarmanız gerek.
Önce, gerçek yeteneklerinizi ve sınırlarınızı bilin. Bu da, deneyip, hata yaparak, kendinizi dürüstçe değerlendirerek olur.
İkincisi, tamamen neyi iyi yapıyorsanız, ona dayanarak kişisel bir plan yapın. Herkesten daha iyi yapabileceğiniz bir işe girin. Mesleğinizi değiştirmeyin. Bu yalnızca mevki ve zaman kaybına neden olur.
Üçüncüsü, öğrenmeyi, tecrübe edinmeyi sürdürün.
Dördüncüsü, iş hayatında başarılı olmak için vazgeçilmez becerilerden birini kazanın .
Üstün insanları bulabilme yeteneği gibi. Sorumluluklarınız arttıkça, zayıf olduğunuz alanlarda başarılı olan kişilere yaslanmayı öğrenin
Beşincisi, asla sınırlarınızı unutmayın. Mükemmel olduğunuz alanlarda, gereğinden fazla başarılı olduğunuzu göreceksiniz. Zayıf olduğunuz alanlarda ise, başarı aramanıza hiç gerek yok. İnsanda, yeni alanlardan kendini deneyerek tecrübe kazanma eğilimi vardır. Yıllar önce Perry Como için bir dizi televizyon programı düşünülüyordu. Prodüktör, bir dizi dans, şaka ve konuk yıldızlar tasarlamıştı. Perry Como ‘ya böyle bir tasarının beğenilip beğenilmeyeceği soruldu.
Como her zamanki rahat tavrıyla cevap verdi:
“Beğenilmezse, ben de şarkı söylerim. Nasıl olsa şarkılarımı beğeniyorlar.”Anlaşılan Perry Como, iş hayatındaki başarı yollarını iyi biliyordu
BÖLÜM 7
Kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğiniz şeyleri arkasından söylemeyin.
Alay, kinaye ve iğnelemeler iş hayatının küçük tuzaklarıdır. Durmayın, patronunuza rakibi hakkında üstü kapalı, hoş olmayan bir yorumda bulunun!Ne olacağını göreceksiniz. Belki patronunuzun gözünde adamı küçültmeyi başaracaksınız. Ama bakın kendinize ne yaptınız, Patronunuz, bilinçli ya da bilinç altında, aynı yöntemi kendisi için de kullanılıp kullanılmadığını merak edecek ve sizden kuşku duymaya başlayacaktır.
İş hayatında dedikodu eğlenceli olabilir-bu kadar çok yapıldığına göre, mutlaka eğlenceli olmalı-ama bu, bedeli pahalı olan bir lükstür. Dedikodu, boşuna zaman harcatan, insanın sinirlerini bozan, enerjisini tüketen bir şeydir. Üstelik dedikodu yapan kişinin, zayıf karakterli ve kendine güveni olmayan biri olduğunu gösterir.
Güçlü bir insanın ilgisini çekip taktirini kazanmanın basit yollarından biri de, hem yüzüne kaşı hem de arkasından hak ettiği saygı ve içtenlikle davranmaktır. Başarılıysanız, mutlaka arkanızdan konuşulacaktır. Misillemeye kalkışmayın. Dedikodu, iş hayatının en ucuz oyunudur.
BÖLÜM 8
Her felakette zaferin tohumlarını ve her zaferde felaketin felaketin tohumlarını arayın.
İş hayatında bazı insanlar çok şanslıdır. İşten atıldıkları, önemli bir müşteriyi kaybettikleri, uygulamaya konulan fikirleri başarısızlığa uğradığı, ya da insanı kahreden bir yenilgi yaşadıkları anda, bunun yararını görürüler.
Yenilgi, ortada bir hata olduğunu gösterir. Olmasaydı, yenilmezdiniz. Durumunuz en azından tedbirsiz davrandığınızı gösterir. Tamam! Ortada bir hata varsa, şimdi değişiklik yapmanın tam zamanı Büyük bir yenilgiden sağ çıkıp, geri dönüş yaptınızsa, pek çok yönden daha güçlü olduğunuzu göreceksiniz. Yenilginin yıkıntıları arasından, daha büyük bir zaferin malzemesini bile çıkartabilirsiniz. Tabi kazanmasını bilen bir kişi iseniz.
Felaketi başarıya döndürmek için yapılacak üç şey vardır:
Birincisi: Felakete karşı hazırlıklı olun.
İkincisi: Felaketin neden olduğunu araştırın
Üçüncüsü: Karşı saldırıya geçin!
Bir daha felaketle karşı karşıya kaldığınızda, kuyruğunuzu bacaklarınızın arasına sıkıştırma duygusuyla mücadele edin. Gurura, şerefe aldırmadan parçaları bir araya koymanın yollarını arayın. Belki bu yeni yol sizi daha ileriye götürecektir.
BÖLÜM 9
Yalan söylemeyin doğruyu söyleyemiyorsanız, susun. Yalan söylemeye başladığınız anda yok olmaya mahkumsunuz.
Bir düşünün: iş hayatında doğruyu söyleyen o kadar az kişi var ki! Onlardan biri olmak, sizi özel biri haline getirir. Her zaman doğruyu söylemek, cesaret isteyen bir iştir. Doğrusu, böyle bir üne sahip olmak, zaman alır. Çevrenizde doğru söyleyen biri olarak ün yapmanız için, kendinizi sık sık “ateş altında “ kanıtlamak zorunda kalırsınız. Ama ulaşacağınız sonuç çabalarınıza değecektir.
İşin kötüsü, hepsi olmasa da, yalancıların çoğu, başkalarına olduğu kadar kendilerine de yalan söyler. Çoğu, bu korkunç hastalığa yakalandığından habersiz yaşamını sürdürür.
İş hayatında, uydurukçuların olduğu gibi, yalancıların da birkaç türü vardır. Patolojik yalancılar, yalan söylemeyi huy haline getirmiş yalancılar, sadece baskı altında yalan söyleyenler, arada sırada küçük yalanlara başvuranlar, komplocu yalancılar bunlar arasında sayılabilir. Her grup yalanlarını geçerli göstermek, açıklamak, hatta böbürlenmek için ayrı ayrı yöntemlere başvurur.
Yalancıyı tanımlamak kolaydır. Gerçeğe saygısı olmayan ve sık sık doğrudan uzaklaşan kişidir
Doğruyu işine geldiğinde, ya da kırk yılda bir aklına estiğinde söyler.
BÖLÜM 10
Kimseden sır tutmasını beklemeyin. Sır diye bir şey yoktur.
Çalıştığınız işletmede hiçbir sırrın kutsal olmadığını kanıtlamaya çalışacağım. İşte size bir deney. Bulunduğunuz şirketin size çok uzak bölümlerinde çalışan birine, kendinize ait masum bir sır söyleyin. Hani şu önemsiz sırlardan birini. Sonra söylediklerinizin ne kadar zamanda kulağınıza geleceğini beklemeye başlayın. Bu deneyle “anten “gücünüzü ölçmüş olursunuz. Çoğu sırlar, süpersonik hızla yol alır. Sırrınız kulağınıza çabucak gelmiş ise, yanlış frekansı açmış olmalısınız. Başkaları olup bitenleri biliyor da siz bilmiyorsanız, başınız gerçekten dertte demektir.
Kimsenin sır tutmadığını aklınızdan çıkarmayın. Bunu bildiğinize göre, bu bilgiyi yarınıza kullanabilirsiniz. Bunun da dört yolu vardır; önce sırrınız olmasın .İkincisi sırrınızı açtığınız kişilerin sayısı asla beşi geçmemeli. Bu sayı beşin üstündeyse, hayatınızı herkesin önüne sermiş sayılırsınız. Üçüncüsü “sırları” ustaca bir haberleşme yolu olarak kullanın. Genç bir yönetici adayı olduğunuzu farz edelim. Patronunuza, -ona söylemeden- kendinizi geliştirmek için gece kurslarına başladığınızı anlatmak istiyorsunuz. Bunun için patronun sekreteriyle arkadaş olan bir sekreterle konuşmanız yeter. Sekretere bu kurslara katıldığınızı ve tamamlayana kadar patrona söylemek istemediğinizi anlatın. O gece patronunuzun ne kadar azimli ve çalışkan biri olduğunuzdan haberdar olduğundan emin, rahat rahat kurs öğretmenini dinleyebilirsiniz. Dördüncüsü “sırları bilgi toplamak için kullanın. Bürodaki dedikoducuları dinleyin. Kısa zamanda iyi bir ajan olabilirsiniz.
BÖLÜM 11
İnsanlar üzerinde bahse girin, ama kaybetmeye hazırlıklı olun.
İş hayatında üzerine bahse girdiğiniz kişilerin çoğu kaybettirecektir. Aman bu, bahse girmekten vazgeçmeniz için yeterli bir neden değildir. Bahse girmediğiniz takdirde zaten otomatikman kaybetmiş sayılırsınız. Bahse girerseniz, üzerine oynadığınız kişilerin pek azı başaracaktır. Fakat bu kazanan pek az kişinin size kazandırdığı, kayıplarınızı telafi etmeye yetecektir.
BÖLÜM 12
Çözülmesi imkansız görünen sorunlar günlük işlerinizi alt üst etmez; onlar günlük işlerin ta kendisidir.
“İş hayatında herkesin kafasında canlandırdığı mükemmel bir çalışma modeli vardır. Düzenli, tutarlı, yardımlaşmalı, sorunsuz...
Hemen herkesin görevi de, işleri bu hayale uydurmaya çalışmaktır. Şimdiye kadar bunu başaran biri çıkmamıştır ama, sonunda sinirleri bozulup ülser olanlar oldukça çoktur. Başarılı bir iş adamının en belirgin özelliği, yenilgiyi bir filozof gibi kabullenmesidir. O çözülmesi imkansız gibi görünen sorunlarla mücadeleye devam eder, ama bu durum karşısında hastalanmaz.
BÖLÜM 13
Mümkün olduğu kadar az hata yapın. Bir tek hatanın felaketiniz olabileceğini düşünün.
Hatalar, ders almanın en kötü ve en pahalı yoludur. Hatalarınız gerçekten büyükse, çok zeki biri olabilirsiniz: Ama bunu gösterme fırsatı bulamazsınız.
İş hayatında hata yapmak, arabayla yolda kaybolmaya benzer. Yola çıkmadan, gözünüzü iyice açıp nereye gittiğinize baksaydınız, kaybolmayacaktınız. Şimdi geri dönüp doğru yolu bulmanız on kat daha fazla zaman alacaktır.
BÖLÜM 14
Kişisel çıkarın asla unutmayın.
İş bir tek neden yüzünden vardır:Kendisiyle uğraşan kişilerin bazen sağlıklı bazen sağlıksız hırs ve çıkarlarını tatmin ettiği için.
Bölüm 15
Herkesin amacı farklıdır. İş hayatınızın kişisel amacını öğrenin.
İnsanlar çok garip nedenler yüzünden çalışır. İş hayatında, paranın ötesinde onları yönlendiren şeyler de vardır.
Somut ödüller, ego tatmini, toplumsal temaslar, yapabilirliğin ifadesi, ataklık ya da yarışma arzusu, kaçış, rahatlık, görev ve kişilikteki garip eğilimler insanları çalışmaya yönlendirir.
BÖLÜM 16
Hedeflerinizin ne olduğunu iyi bilin.
Hedef saptama, başarınızı etkileyebilecek en önemli yeteneklerden biridir. Sizi amacınıza ulaştıracak olan hedefleri saptamadan, iş hayatında bir yere varamazsınız. Stratejinizi bile tasarlayamazsınız. Büyük bir ihtimalle saptayacağınız mantıklı hedeflere ulaşacaksınız. O yüzden hedefleriniz bir anlam taşıyacak kadar yüksek olmalıdır.
BÖLÜM 17
Sürpriz çok güçlü bir taktiktir. Onu dikkatli kullanın, felakete neden olabilir.
İş hayatında kimse sürprizlerden hoşlanmaz. Bunun bir nedeni vardır. İş hayatında sürpriz genellikle dert demektir
Zaman ve enerjinizi başkalarının size yaptıklarını ödetmek için tüketiyorsanız iş hayatında başarılı olamazsınız.
İntikam tatlı ama bu yetki size değil Tanrıya aittir.
BÖLÜM 19
Düşmanlar hayatın bir gerçeğidir.
İş dünyasında düşman, kin bağlamış bir arkadaş yada bir rakiptir. Bu düşman, kendi başarısını ne kadar çok ister ise sizin başarısızlığınızı da o kadar çok ister. İş hayatında düşmanım yok diyorsanız, ya kendinizi aldatıyorsunuz, ya da dahi bir politikacısınız .
Mecbur oluncaya kadar karar vermeyin. İş hayatında insanlar kararlarını genellikle çok erken verirler ya da sıralamaları yanlıştır. Verdiğiniz her karar bir çeşit fedakarlıktır. Size bir şeylere mal olmaktadır vereceğiniz bir karar seçeneklerinizden fedakarlık etme anlamına gelebilir. Bir şeyi yapmaya karar vermek onun dışında hiçbir şeyi yapmamak demek olabilir.
Mecbur oluncaya kadar karar vermeyin
BÖLÜM 21
Önsezilerinize kulak verin. Onlar da herkesin mantığı kadar doğrudur.
Karar verebilmek için sadece gerçekleri bilmek yetmez. Bir kararın niteliği sizin gerçeklere eklediklerinize bağlıdır.
Kazandığınızda da, kaybettiğiniz de de, gülümseyerek, çevrenize yenilmez olarak ün salın
BÖLÜM 23
Verdiğiniz veya verdiğiniz sanılan bir sözü tutun.
İş hayatında her gün milyonlarca insan milyonlarca şey vaat eder. Bütün bu vaatler iş hayatını bir araya getiren ipliklerdir. Ne yazık ki bu ipliklerin çoğu birbirine karışmış düğümlenmiş, takılmış, kısalmış ya da kopmuştur ve ne yazık ki, iş vaadi yetersiz, güçsüz aptalca ve yarasızdır.
BÖLÜM 24
Asla başkalarının da sizin kurallarınıza göre davrandığını düşünmeyin.
İş hayatını yürütenler kurallara göre hareket edenlerdir. İş hayatında çok sayıda hırsız, yalancı, dolandırıcı, düzenbaz vardır. Bu kişiler genellikle davranışlarını o anlık kişisel çıkarlarına göre değiştirirler. Yine de iş hayatında çoğunlukla kurallara göre oynamaya çalışılır. Sorun:herkesin kuralının farklı olmasıdır.
BÖLÜM 25
İş denen oyunu varınızla yoğunuzla oynayın, ama hayatınız ona bağlıymış gibi değil.
Kaybınızdan birinin kazanç sağlayacağı durumlara göz yumun
Sağlıklı pek çok kişi iş kanserine yakalanır. İş hayatının yoğun faaliyetleri yaşamlarının öteki yönlerini yıkar. Bu hastalık öldürücü olabilir ve hiç kuşkusuz işletmeler açısından da hiç iyi sonuç vermez.
İş hayatında atılacak en olumlu adımlardan biri her türlü ihtimale açık durumlara girmemektir ya da daha işin başında iken bütün açık kapıları kapanmamak gerekir.
İki numaralı adamın gücünü asla küçümsemeyin
İş hayatında insanları övmek bir teşvik kaynağıdır ama bu tür tavsiyeler iyi bir otomobilin her türlü yol koşulunda her zaman en yüksek hızla gidebileceğini ileri sürmeye benzer. Yani ustaca kullanmayı bilmezseniz tehlikeli ya da zararlı olabilir.
Beraber çalıştığınız kişileri tartmak önemli bir kuraldır. Bazı şirketlerin iyi elmanlar bulmak için paralarını ve zamanlarını boşa harcadıkları da bilinen bir gerçektir. Kişileri tartabilmek için buna hiç gerek yoktur. Sadece onlara çözmekten hoşlandıkları sorunları halletmeleri için bir fırsat verin, yeterlidir.
BÖLÜM 28
Teşekkürlerinizi belirtin, bol bol iltifat edin ama sizi istismar etmelerine izin vermeyin.
İnsanı, çözmekten hoşlandığı sorunların boyutuna göre tartabilirsiniz.
Hangi görevde olursanız olsun, görevinizi kendi ediyormuş gibi yapın.
Hangi görevde olursanız olun görevinizi kendi seviyenizdeki biriyle rekabet ediyormuş gibi yapın. İş hayatının en olumlu ve insanı tatmin eden yönlerinden biri yenilecek olsanız bile sizin kadar başarılı olan biriyle rekabet ederek yeteneklerinizi geliştirebilmenizdir.
BÖLÜM 31
Başarı için çok şey gereklidir, ama bunların en önemlisi kendine güvendir.
Başarı için en önemli şey kendine güvenmedir. Kanun iyi olduğunuza inanırsanız başarırsınız demez.”İyi olduğunuza inanmazsanız başarılı olamazsınız “ der. Başarılı olmak istiyorsanız işe kendinize güvenerek başlayın ve cesaretinizi destekleyecek bir başarı çizelgesi oluşturana kadar güveninizi arttırmayı sürdürün. İyi olduğunu bilen kişi daima iyi işler yapar.
BÖLÜM 32
Çok çabuk kazanmanın. İş oyununun en zevkli yanından biridir.
Pek çok kişi için iş hayatı bitmek bilmeyen can sıkıcı mücadeleden başka bir şey değildir. İş hayatında bir işin verebileceği zengin zevklerden yaralanmanın da bir yolu vardır. İşinize sadece iş olarak bakmaktan vazgeçin ve onu bir spor olarak görmeye başlayın. Bu size şunları kazandırır: 1-İşinizden büyük zevk alırsınız 2-Bağımsızlık kazanırsınız 3-İş hayatının rekabetinden büyük zevk alırsınız 4- Büyük bir şöhret kazanırsınız

Mesleğinize spor değil iş olarak bakarsanız şunları kaybedersiniz: 1- Sağlığınızı kaybedersiniz 2-Uykunuzu kaybedersiniz 3-Çalışma etkinliğinizi kaybedersiniz4-Zirveye çıkma şansınızı kaybedersiniz.